DİLEK

“Okuduğunu anlamayacak kadar aptal mısın” dedi karşısında tahtanın önünde dikilen öğrenciye dönerek. “Bu kitabın ana fikri ne daha onu bile bilmiyorsun.” Elindeki kitabı çocuğa karşı sallıyordu.

            “Senden önceki arkadaşların ne güzel anlattılar konuyu. Hadi kitabı okumadın bilmiyorsun, sözlüye kalkan arkadaşlarını da mı dinlemedin.” Ne yapsın gariban çocuk. Okuldan çıktıktan sonra çevre yolunun üzerindeki işlek bir restoranda çalışan annesine yardım ettiğini söyleyemezdi. Gece saat birlere annesiyle bulaşık yıkadıklarını, tabak kuruladıklarını, her birini özenle yerlerine yerleştirdikten sonra eve gittiklerini söyleyemezdi. Hoş söylese de öğretmeni kendisini dinler miydi? Hayır.  Yerinde hafifçe titredi. Dudakları hafifçe kıpırdanmaya başladı.

“Ne mırıldanıyorsun, kendi kendine konuşmaya mı başladın”  Çocuğun dudakları daha fazla kıpırdanmaya başladı.

“Hadi ama delikanlı ne söylemek istiyorsun. Bizimle paylaş” Yılların alışkanlığıyla sesi sert çıkmıştı. Zayıf ufak tefek çocuk durdu. “Hadi bizimle paylaş” dedi.  Bu defa sesi kontrollüydü ve yapayda olsa sevecenlik paketine sarılmıştı.

“Keşke kitapta yazılanlar gerçek olsa dedim öğretmenim.” Sınıfta gülüşmeler oldu. Sınıfa döndü orta yaşlı kadın. Sesindeki alaycılık çok belli oluyordu.

            “Hadi çocuklar hep birlikte dileyelim. Kitapta yazılanlar keşke gerçek olsa” Sınıfta uğultu halinde ve karmakarışık olarak ses duyuldu “Keşke gerçek olsa” Önde öğretmen masasının hemen yanında duran öğrenci “Öğretmenim dedi yılışıkça “Sizde söyleyin öğretmenim” dedi.

“Ada Su, benim zeki kızım bu o kadar kolay mı sanıyorsun” dedi. “Sence bu delikanlı benim gibi güzel ve akıllı bir öğretmeni kandırabilir mi? Kadın yüzünde bir karıncalanma hissetti. Kapı tıkladı ve hemen peşinden açıldı. Okulun heybetli müdürü kapıda belirdi.

“Hocaanım müsaade ederseniz dersinizi dinlemek istiyorum” dedi.

“Hoş geldiniz müdür Bey. Bende çocuklara ne kadar şanslı olduklarını ve sizin ne kadar becerikli bir müdür olduğunuzu söylüyordum” dedi. Garip yüzündeki kaşıntı artmıştı sanki.

“Sözlü yapıyordum ve okulumuzdaki başarının ana nedenini de anlatıyordum cici çocuklarımıza.” Uzun boylu ve eksik saçlı kocaman bıyıklı müdür, hemen yanında duran elleri göbeğinde yaşlı hanımın, okulun en problemli öğretmeninin yüzünde bir gariplik olduğu düşündü.  Bakışlarını tahtada dikilen öğrencisine çevirdi. Bu kadın bu çocuktan ne istiyordu anlamadı.

“Benim öğrencilerimizi ne kadar sevdiğimi siz biliyorsunuz sayın müdürüm” dedi. İşte o zaman göz bebekleri burnuna kaydı. “Allah Allah” dedi kendi kendine burnu bu kadar büyük müydü?

“Öyle Mürvet Hanım. Bizimde siz değerli öğretmenlerimizi ve öğrencilerimizi sevdiğimi söylemeye gerek yok, değil mi? Benim sizleri ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz. İlçenin en güzide okulunun öğrencileriyle yüz yüzeyim şu an.” O da yüzünün gerildiğini burnunun kaşındığını hissetti.

“Hayatta sizlerin başarılı olması en büyük dileğim.” İşte o zaman sınıfta arka sıralardan bir ses yükseldi.

“Bakın bakın, öğretmenin burnu uzuyor.” Hemen peşinden bir başka ses duyuldu.

“Kel müdüründe burnu uzuyor” Müdür kızdı. Bir anda ana konu değişmişti. Arkasından kel müdür dediklerini biliyordu ama yüzüne karşı bu küstahlığı yapmalarına çok şaşırmıştı.

“Kim o konuşan, gelsin bakalım ben de ona kendisini ne kadar sevdiğimi söyleyeyim“ dedi. Kimsen çıt çıkmadı. Yılların müdürü alttan alması gerektiğini biliyordu. Sesini yumuşattı yüzüne sevecek bir bakış yerleştirmeye çalıştı.

“Kimse o delikanlı kendiliğinden ortaya çıkın o zaman ceza vermeyeceğim kendisine; hatta tebrik edeceğim cesaretinden dolayı”

“Müdürüm burnunuz” dedi öğretmen. Müdürünün burnu uzamış kocaman olmuştu”

“Ne oluyor bu sınıfta hocanım dedi korkuyla.” Birden aklına gelmiş gibi “Dersinizin konusu nedir” dediğinde sınıftan o çok özledikleri canlı ve gür sesle yanıt geldi.

“PİNOKYO”

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın