Karanlığın içerisinde yol alıyorlardı. Gözlerinin görebildiği her yer karanlıktı. Uzaklardaki ışık kırıntıları değil yol göstermek burunlarının ucunu görmelerine izin vermiyordu. Görevleri gereği karanlıkta yol almak zorundaydılar. Yoksa kocaman mavi ışığın altında farkedilmeleri zor olmazdı. Bu sayede kayanın dönme ekseninin kuzey kutbundan yaklaştıkları için görülmezlerdi. Yaklaşık iki saatleri vardı. Naiad mavi gezegene o kadar yakındı ve o kadar hızlı dönüyordu ki evrensel dünya saatiyle dört saatte bir tur atıyordu bağlı olduğu gezegenin çevresinde. Bu iki saat karanlık yüzeye bakıyor iki saat aydınlık maviliğe bakıyor demekti.

            Uzun zamandır birlikte çalışan, birbirini uzun zamandan beridir tanıyan beş kişiydiler. İçlerinden sadece biri kadındı, Kezbh. Pek dişiliği yoktu ama beyninin fonksiyonları oldukça hızlıydı. Bir tür sihirbaz gibi olağanüstü yetenekliydi. Geminin bilgisayarıyla entegre olabiliyor, hatta her türlü bilgisayarla çalışabiliyordu. Öyle ki bilgisayarla adeta bütünleşiyordu..

            Araçları Fırtına, Kaya’nın hemen arkasına karanlıkla aydınlığı birbirinden ayıran ekvatora yakın bir yere inmişti. Naiad, Neptün’e dik bir açıda dönüyordu. Bu eğer orada yaşayanlar varsa onlar için çok iyi bir özellikti. Dönme hızının sağladığı merkezkaç kuvveti dünyaya yakın bir yer çekimi sağlıyordu. Onlar bunun tersi bir kuvvetle yaklaşmaya çalıştılar. Adımları vantuzlu ayakkabılarına rağmen zor oluyordu. Ne zaman sırt noktası diyebileceğimiz bir yere vardılar o zaman biraz olsun rahatladılar. Dört kişinin sırtı aşması çok zamanlarını almıştı.

            Kaptan Aleks, çevresine baktı. Zaten çapı birkaç yüz kilometreyi geçmeyen bu uyduda her şey göz önündeydi. Gemisiyle bağlantı kurdu. Görebildiği en yüksek tepeciğe tırmandı ama kendisine söylenenlerin hiç birini göremedi. Ne bir köy vardı ne de bir iglo. Kulaklığına gelen ses yaklaşık beş yüz metre daha ilerlemesini söyledi. Mavi aydınlığın içerisinde duran dört figür sessizce ilerlemeye devam ettiler.

            Düzensiz bir şekli vardı uydunun. Girintileri çıkıntıları o kadar çoktu ki aradıkları yerin buralarda bir yerlerde olduğunu biliyorlardı ve birkaç metre ötelerinde olsa bile dikkat etmezlerse göremezlerdi. Önlerindeki küçük yüksekliğe tırmandılar. Yukarı vardıklarında önlerinde derin ve geniş bir krateri gördüklerinde oldukça şaşırmışlardı. İşte o zaman çapı bir kilometreye yaklaşan çukurun ortasındaki standart ölçüdeki igloları gördüler. Çevresinde geniş enerji panelleri vardı. Yaklaşmaya devam ettiler.

            Yerleşim merkezi adını üzerinde oldukları kayadan almıştı, Naiad. Güneş sistemine serpilen tüm tohumlar gibi en yakın merkezden Satürn’ün tarafından izlenmekteydi. Bu anlamda dört büyük dünya dışı merkez vardı. Bunların en hareketlisi Ay’dı, sonra Mars ardından Ganymede ve Titan geliyordu. Dünyadan uzaklaştıkça zorluklar artıyordu. Bu merkezler çevreye dağılmış her birimden cevaplar almaya çalışıyorlardı. Bir zaman mesaj alınmazsa gidip kontrol edilmesi gerekiyordu. İşte Naiad’dan da uzun zamandır haber alınmamıştı ve kontrol için bir ekip gönderilecekti.

            Toplayıcılar da burada devreye giriyorlardı. Acele ederlerse resmi ekip gelmeden oraya ulaşıyorlar ve ele geçirdikleri ganimetlerle kaçıyorlardı. Özellikle de o zaman kadar elde edilmiş bilimsel deney verileri iyi para ediyordu. İşte Kaptan Aleks ve arkadaşları bu işi iyi yapıyorlardı. Her seferinde resmi yetkililerden daha erken varıyorlardı haber alınamayan yerleşim birimine. Eğer her hangi bir nedenden yaşayanlar vefat etmişse işlerini yapıyor bilgi birikimlerini diğerlerinden daha önce kopyalıyordu. Ha bir de maddi anlamda ele geçirdikleri vardı bu da onlara fazladan kar sağlıyordu.

            Varmak istedikleri bina yüzyıllardır Eskimoların kullandığı kulübeleri örnek alarak tasarlanmıştı. Basitliği ve kolay inşa edilmesi nedeniyle tohumlanan her uyduda her kayada uygulanıyordu bu İglolar. Küre şeklinde bir yapı ve önünde kapı işlevini gören bir uzantı. İstenirse bir kaçı sırt sırta verilerek geniş bir birim de oluşturulabiliyordu. Sonra enerji üniteleri, tarım ve araştırma üniteleri yerleştiriliyordu. Amaç olabildiği kadar kendine yeten birimler kurulmasıydı. İşte Güneş sisteminin en ücra köşelerinden bir olan Naiad da Burada bu şekilsiz kayanın geniş ve derin sayılabilecek düzlüğünde bu iglolardan dördü bir arada kurulmuştu.

            Nagooh, kapının önünde durdu bir süre. Uzun zamandır kullanılan bu yerleşim birimlerinin basit bir kilit sistemi vardı. Dünyadan hatta en yakın yerleşim biriminden milyonlarca hatta milyarlarca uzaktaki bir yerde neyi kimden koruyacaktınız. Birkaç kıvrak hareketten sonra ön kapı açıldı ve ara bölmeye girdiler.

            Sistem, ara bölmenin içerisini kendiliğinden hava ile doldurmuştu. Kaptan Aleks, kolundaki cihaza baktı. Birkaç saniye içerisinde havanın soluk alınabilecek düzeye geldiğini görünce başlığını çıkardı. Derin bir nefes aldı. Taze hava hoşuna gitmişti. Birkaç saniye sonrasında yıllardır kendi kendine yetmeye çalışan bu unutulmuş bu yerde nasıl bu kadar güzel bir hava olduğu sorusu beyninin bir yanında cevaplanmayı bekleyecekti.

            İçeri girdiklerinde şaşırtıcı bir şey görmediler. Güneş sisteminde her hangi bir yerde olabilecek sadelikte bir yapıydı. Gurubun en arkasında duran kısa boylu ve boyu nedeniyle olduğundan bir hayli kilolu görünen esmer adam sordu.

            “Kaptan burada ne arıyoruz”

            “Bizim için para edecek her şeyi” 

            “Burada eski bir ailenin yaşadığını biliyoruz. Dünyada yaptığı işi terk etmiş varlıklı birileriymiş buraya yerleşenler. Göçmen dairesi güneş sistemine daha çok gençlerin gelmesini yerleşmesini istese de ömürlerinin son demlerini sessiz ve sakin bir hayat geçirerek tamamlamak isteyenlerde dağılmıştı uzaklara. Ama asıl ilgi Mars ve Jüpiterdeydi. Satürn’e gidenler azdı hele bu kadar uzağa Neptüne gelenler çılgınlığın ötesinde birileri gibi değerlendiriliyordu.

            “Kaptan, burada ciddi bilimsel veriler olduğu söyleniliyor. Hatta Neptün’ün gaz mantosunun altında yaşam olabileceğinden bile söz ediliyor. Amacımız sakın bu veriler olmasın” Konuşan esmer tenli zayıf hatta kuru denecek kadar zayıf olan Nagooh tu.

            “Bu masallara senin inanmana şaşırmadım. Ama biliyorsun ki yirmi yıl önce bilim insanları güneş sisteminde yalnız olduğumuzu ilan etmişlerdi. Hatta yakın çevremizde bile bizden başka hayat izi bulunamamıştı.” Önündeki kapıyı açtı. Geniş bir salon önlerinde açıldı. Duvarlar sıcak renklerle boyanmıştı. Ortada bir masa vardı ve kenarda iki yatak duruyordu. Diğer duvarda ise kapının iki yanında raflar vardı. Raflarda sayısız kitap renkli ve işlemeli ciltleriyle öylece duruyordu. Ortalık uzun zamandır kimse olmamış gibi tertemizdi. Zaten çevrelerini saran sonsuz boşlukta toz olabilmesi mümkün değildi. Çevrelerine bakındılar.

            “Aradığımız bunların içinde mi? Ortada duran kaptan çevresine bakınmaya devam ederek

            “Sanmıyorum ama iyi bir parça bulursan almanı engelleyecek kimsenin olduğunu sanmıyorum Sarmien.

            “O kadar yerimizin olmadığını biliyorsun Aleks” ses mekanik bir sesti ve uzay araçları olan Fırtına’dan geliyordu. “Daha hafif ve daha pahalı ganimet arıyoruz. Bunca yolu geldiğimize değecek şeyler olmalı.”

            “Kaptan düşünsene koskoca güneş sisteminde güneşe bizlerden daha uzak kimseler yoktur herhalde”

            “Varsa bile oldukça azdır.”

            “Kezhb, durumda bir değişiklik var mı?

            “Hiçbir değişiklik yok, Hala bir hayat eseri göremiyorum” dedi mekanik ses. Kezh, yani doğum belgesindeki adıyla Keziban, Kaptan Aleks ile aynı topraklarda doğmuştu. İkisinin doğdukları yerler arasında 100 km uzaklık ya vardı ya yoktu.

            “Sen bizim gözümüz kulağımız olmaya devam et” dedi Gemide kalan mürettebatına. Ortadaki masanın üzerinde eski olduğu her halinden belli olan bir örtü vardı. Marza, birkaç adım attı. Takımın en güçlü adamıydı. Kısa boyu olmasına rağmen geniş omuzlar ve güçlü kaslar çoğu zaman kendilerini koruyordu. Soldaki kapıyı açtıklarında ilk girdikleri bölme ile tıpatıp aynı başka bir bölme daha vardı. Eğer yukarıdan bakabilselerdi dört büyük boy standart igloyu göreceklerdi. Salonda aralarındaki boşluktan ibaretti. Şimdi girdikleri yer yatak odasıydı. Dört çift göz çevreyi kolaçan etti kayda değer hiçbir şey yoktu. O zaman buranın sahipleri neredeydi. Yaşıyorlarsa nerede saklanıyorlardı yok eğer öldülerse naaşları neredeydi. Tekrar merkez salona döndüler ve ardından bir diğer odaya girdiklerinde mutfak ve bir kenarda banyo ile karşılaştılar. Atık değerlendirme birimleri buradaydı ve burası hayatlarını sürdürebilmeleri için en gerekli odaydı. Sistem sessizce çalışmaya devam ediyordu. Orayı da kısa bir kontrolden geçirdikten sonra girmedikleri son odaya yöneldiler.

            Açtıkları küçük kapının ardında güzel bir çalışma odası bulmuşlardı. İçeride aydınlatma lambası yanmasa bile diğer odalardaki pencerelerden daha geniş olan pencere içerisini hoş bir mavi ışıkla dolduruyordu. Neptün’ün karanlık yüzeyinden geçerlerken bile böyleyse aydınlık tarafa geldiklerinde daha da parıltı olacağı belliydi. Aradıklarını yeri bulmuşlardı. Nedense kocaman bir kasa vardı çalışma masasının hemen yanında.

            “Kaptan bütün bu eşyaları buraya nasıl getirmiş olabilirler ki*

            Aleks, Fas’lı arkadaşına işaret etti. Zayıf uzun boylu adam köşede duran kasanın yanına çöktü.

            “Adamın parası varsa iyi bir nakliye robot aracı kiralamışlardır.” Kaptan Aleks çevresine şöyle bir göz attığında pek olağan üstü bir şey yoktu. Salondan ve diğer odalardan tek farkı Masanın kenarında duran kimbilir kaç yüz yıl önce yapılmış mermer kol heykeli vardı. Duvara dayanmış kısa bir kitaplığın üzerinde de birkaç heykelcik vardı. Masanın üzerindeki eski moda bilgisayarın düğmesine bastı. Monitörün ışığı yandı. Kasanın üzerindeki yuvalardan birine küçük bir uzaktan erişim cihazı taktı. Ardından kendilerini buralara getiren gemileri Fırtınada kalmış olan elemanına seslendi.

            “Girebildin mi bilgisayara” dediğinde cevap yalındı “Çocuk oyuncağı”

            Bakışlarını kasa ile uğraşan arkadaşına çevirdi. Ortada duran iri yarı Marza kasanın yanına gitti. Nagooh, maymuncukla kasanın kilidini açmıştı ama uzun zamandır açılmadığı her halinden belli olan kapısı sorun çıkarıyordu. İri yarı Moğol tüm kaslarını kullanarak açmaya çalıştı.

            Aleksin ilgisini geniş pencere çekmişti. Kendi aralarında adını kaya koydukları bu küçük uydunun ekseni Mavi gezegene dik geldiği için bir yönü sürekli dev gezegene dönüktü. Aleks hoşuna giden pencereye yaklaştı. Bütün ufku bu engin lacivert renk kaplıyordu. Bir müddet bakışlarını çevresinde hızla döndükleri gezegenden alamadı. Aşağıda büyük çok büyük fırtınalar kopuyor olmalıydı. Sanki kendisine içine çekiverecekmiş gibiydi. Gözüne enerji dönüştürücüleri takıldı, bataryalar dolu olmalıydı. Başını çevirmeden önce önündeki şekilsiz kratere baktı. Düzgün bir çizgi uzanıyordu sanki binadan dışarıya doğru. Adının anıldığını duyunca başını geri çevirdi. İşte o zaman içeride çok şeyler olduğunu fark etti.

            “Kaptan bozuntusu, silahını bırak” Sarmien odanın ortasında ayakta duruyordu. Marza ve Nagooh hala kasanın yanındaydılar. Beyaz tenli ve çene sakallı adamın sol elinde az önce gözünün takıldığı mermer parça vardı. Parmaklarının ikisi kırılmış ve yüz yılların etkisiyle sararmaya başlamış olan mermer el heykelini sımsıkı tutuyordu. Diğer elindeyse yanından hiç ayırmadığı tabancası vardı. Bir an aklından boğuşmak geçti ama içlerinden biri yaralanırsa yardım alabilecekleri en yakın kent Satürn’deydi. Ulaşmaları herkesten gizli kullandıkları yönteme rağmen günler sürerdi. Mecburen belinde duran silahını kılıfından çıkardı ve yere bıraktı. Adam, açılan kasanın içinde görünen değişik metalleri işaret ederek ayağıyla ittiği torbayı işaret etti. “Doldur”  

            “Bütün derdin bu kol parçasıydı değil mi” Adam kaptanının yüzüne baktı dudakları alaycı bir hal aldı.

            “Bu parça çok uzun zamandır aranan bir parça. İnsanoğlunun kaderini değiştirecek bir nesne gizliyor içerisinde.” Adam neredeyse kırk yıl önce olanları hatırladı. Dünya karanlığa gömülmek üzereyken Türkiye’de doğduğu topraklarda bir kasabada ortaya çıkan bir adam oluşmaya başlayan kara deliği yok etmeyi başarmıştı. Gizemli bir adam ortaya çıkmış yıkıntıların arasında bulduğu bir heykelden çıkan lazer ışınıyla kara deliği yok etmeyi başarmıştı. Sonra, bilim adamları araştırmalar yapmışlar ve hiçbir şey bulamamışlardı. Geride kolu kırılmış bir heykel kalmıştı müzede sergilenen.

            Müşterilerim dünya işi olmayan bu parçaya çok iyi bir fiyat verdiler” dedi kahkaha dolu bir sesle. Ardından aynı alaycı tonda devam etti, “Umarım burada yeteri kadar yiyecek ve su vardır” dedi. Geri geri yürüyerek kapıya yöneldi. Ara bölmeye girdiğinde kapının kilidini bozdu. Hızlı adımlarla gemiye yöneldi. Gemide kalan iletişim personeliyle nasıl olsa başa çıkabilirdi.

            Üç adam yerleşim merkezinde öylece kala kalmışlardı. Kaptan Aleks gemide kalan arkadaşlarıyla bağlantı kurmaya çalıştı ama dışarıdaki hain iletişim antenine zarar vermişti.

            Kezhb, iri yarı bir kadındı. Uzun boylu olmadığı için olduğundan daha şişman gözüküyordu. Elindeki klavyeye yönelmiş bağlantı ile Naiad’ın tek bilgisayarındaki verileri almaya çalışıyordu. Birkaç dakika içerisinde işini tamamlamış bütün bilgileri kendi bilgisayarlarına kopyalamıştı. “Kaptan, işlem tamam” dedi ama bir cevap alamadı. Aradaki bağlantı birden kesilmişti. “Aleks neler oluyor” dedi ama bir cevap bir tepki alamıyordu. Endişelendiği belli olan ses tonuyla “İskender, neler oluyor” dedi bu defa kaptanının az kullandığı ismiyle seslenmişti kendisine. Bir şeylerin ters gittiği belliydi. Ağır bedeniyle buradan oraya gidemezdi. Küçük araştırma sondasını çalıştırdı.  İri bir oyuncak büyüklüğündeki araç havalandı. Birkaç saniyede yükseldi ve kameralarından aldığı görüntüyü göndermeye başladı. O zaman Fırtına’ya koşarak yaklaşan adamı gördü. Sonda yaklaştığında gelenin Sermien olduğunu anlamıştı. O zaman kendinde arasıra duyduğu garip his tekrar harekete geçmişti. Yabancı biri vardı çevrede. Naiad iki saat kadar önce girdiği gölgeden çıktı. Ortalık daha da aydınlandı. O zaman araca yaklaşan elemanın önüne birinin çıktığını gördü.

            “Sen kimsin” Sermien önünde dikilen gölgeye. Araçta olan şişman çirkin kadın değildi. Diğer üçü yerleşim merkezinde kilitliydi. O an beklenmedik bir şey oldu. Adam üzerindeki giysiyi çıkardı. Uzunca boylu zayıf ve iyi giyimli biriydi koruyucu elbisenin içinden çıkan. “Ben Kuday”  Kuday adını duyan adam irkildi. Kaptan Aleks’ten bu hikayeyi defalarca dinlemişti. Bu kadar detayı nereden biliyorsun dediklerinde  “bana babam anlattı” demişti. Aynı isim olanları sondadan izleyen Kezbh’in dudaklarından dökülmüştü.

            “Sende bize ait bir parça var” dediğinde adam elinde tuttuğu mermer parçasını istem dışı arkasına sakladı. “Ver onu bana” sesi emredici tondaydı. Sanki kibar bir salondaymış gibi giyinmiş adam Sermien’e doğru birkaç adım attı. Kraterin ortasında şaşkın duran dünyalı da gerilemeye başladı. Birden arkasında başka bir şey hissetti. Geri dönüp baktığında Marza’yı gördü. Kilitlediğini düşündüğü kapı Nagooh’a çok kolay gelmişti. Son hatırladığıysa yediği darbeydi.

            Hikayenin sonu yıllar önce gerçekleşenden farklı değildi. Kezbh, Fırtına’yı yanlarına indirdiğinde dört adamda baygın yatıyorlardı.

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın