SAMAHİN

By

Belediyenin diktiği ve her biri artık kocaman birer ağaç olmuş çamların altı oldukça kalabalıktı. Hemen her köşede balkabağına oyulmuş ve içerisine mumlar ve pilli lambalar konulmuş olan süsler vardı. Bunlar hortlaklar gecesinin vazgeçilmez aksesuarlarıydı. Parası olanlar kendilerine dışarıdan İstanbul’dan veya İzmir’den korkutucu kostümler almıştı. Durumları daha az iyi olanlar kendilerine bir şeyler uydurmuş gecenin havasına uygun giyinmeye çalışmışlardı. Ortalıkta cadılar, büyücüler, frankeştaynlar, vampirler dolaşıyordu. Uzaktan baktığınızda bir Hollywood film çekiminde sanırdınız kendinizi. Biraz ötedeyse derme çatma bir platformda amatör bir gurup müzik yapmaya çalışıyordu. İşte böyle bir ortamda bir dört beş genç kalabalıktan ve altında eğlendikleri ağaçlardan uzaklaşmışlardı. Kendilerine daha sessiz bir yer aradıkları belliydi. Önce üzerlerindeki dalların gölgeleri kayboldu, geceyi ve yıldızları tüm berraklığıyla görebiliyorlardı. Ardından ayaklarının altında yarı otluk yarı çimenlik toprak kaybolmuştu. Her yağmurda çamurlaşan, kuruduğundaysa hafif bir esintiyle de uçuşan bir zemine dönüşmüştü. İşte burası hala eski izleri taşımakta ısrar eden küllüktü.

Uzun boylu genç kız arkadaşını sürükler gibi götürüyordu ama elini sımsıkı tuttuğu genç kız direniyordu. “Berke” dedi gitmeyelim oraya” Başıyla geldikleri ışıltılı yönü göstererek “Üstelik belediye başkanının oğlu olarak ev sahibi sayılırsın” hemen arkalarında olan ama isteksizce yürüyen çifte dönerek “Haksız mıyım Tuna” dedi. Ama delikanlı gitmekte ısrar ediyordu.

“Madem bu gece Halloween ve madem bir festival yapılıyor o zaman korkuyu dibine kadar yaşamalıyız” Önce, yıkılmış, kaybolmuş direklerin arasındaki, sarkmış paslı dikenli telleri geçtiler. Zemin iyice gevşek bir hal almıştı. Bu kaçamağın kendilerinde heyecan uyandıracağını düşünen Berke beş on metre ötelerinde görünen karaltıyı göstererek

“Seni orada öpmeme izin verirsen oyalanmaz hemen geri döneriz” dedi. Genç kızın göz bebekleri karanlıkta belli olacak kadar irileşmişti “Hayatta olmaz” dedi. Gurubun diğer kızı rest çekti “Ben dönüyorum Tuna” dedi yanındaki arkadaşının elini bırakarak. Esmer, dalgalı saçlı genç, ikilemde kalmıştı. Bir yanda kız arkadaşı diğer yanda çocukluk, gençlik arkadaşı vardı. Üstelik, içinden gelmiyordu o kamyon enkazına gitmek. Çocukluğundan beri o kadar ürkünç şeyler duymuşlardı ki buralar hakkında. Oraya yer yer yanmış, lastikleri erimiş kısmen paslı jantlar üzerinde duran, kasa yerine sadece uzun bir şasesi kalmış kamyona gündüz saati bile gitmek cesaret istiyordu. Gitmese yıllardır beraber oldukları arkadaşı korkak olduğunu ilan edecekti. Gitse belki de korkudan altına kaçıracaktı. Titrek bir sesle

“Kızlar haklı geri dönelim” dedi. Delikanlının sımsıkı tuttuğu parmaklar gevşedi. Narin el hızla geri çekildi. “O zaman burada durun ve beni bekleyin” sizlere korkularınızın ne kadar boş olduğunu göstereceğim”  Tuna, arkadaşını ikna etmek için yanına yaklaştı “Bu gece o uğursuz gecelerden biri olabilir” dedi. Diğeri damarlarında dolaşan alkolün de etkisiyle “Bu daha iyi ya tam bir cesaret gösterisi olacak” bir an durdu ve “Diğerlerine de haber verin, ölüm kasasında şarkı söyleyeceğim” dedi. Kızlar ne yapacağını bilemeyecek durumdaydılar “Berke beni seviyorsan geri dönelim” dedi yalvarırcasına.

“Biraz cesaret, hadi seninle gidelim ve dudaklarım o alev dudaklarına değsin, hemen geri dönelim” Kız öfkeyle “Rüyanda görürsün” dedi. “Tuna, o zaman git diğerlerini çağır” Genç adam, geriye döndü ve parmaklarını dudaklarına götürüp tüm sesleri bastıracak bir ıslık çaldı. Önce kimse geri dönmese de ikinci ve üçüncü ıslıktan sonra eğlenen gençlerin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Müzik bir an sustu İşte o zaman

“Arkadaşlar buraya gelin, şamata burada” dedi. Kalabalık bir anda dikenli tellerden oluşan sınıra doğru akmaya başladı. Birkaç kişi de ancak kendilerini aydınlatacak kadar ışık saçan bal kabaklarını da kucaklamışlardı. En arkadaysa orta yaşlı belki de kendilerini görevli sayan birkaç kişi vardı. Çevresinde yeteri kadar izleyicisinin olduğunu gören Berke, hafifçe öksürerek arkadaşlarının ilgisini üzerine toplamayı başardı. Ne de olsa o bir politikacı çocuğuydu.

“Bayanlar ve baylar; çocukluğumuzdan beridir bize en kötü kabusları yaşatan ve büyüklerimizden hep korkutucu uyarılar aldığımız canavar kamyona gidip hepiniz için bir şarkı söyleyeceğim” dediğinde diğerleri alkışa başlamışlardı. Bir zaman bekledikten sonra da “Şarkım bittiğinde gelip Buse’yi öpeceğim” dedi. Alkışlar ve ıslıklar daha da çoğalmıştı. Genç adam karaltıya doğru bir adım attı. Diğerleriyse bir adım geri yürüdü. Yıllardır bir efsane haline gelmiş olan yanmış kamyon iskeletine gitme fikri gerçek mi olacaktı. Bir adım daha ve bir adım daha. Paslanmış şaseye çıktığında kasabanın tüm gençleri arasında kahraman hatta Tanrı olacağını biliyordu. İlerlemeye devam etti, yolun neredeyse yarısına geldiğindeyse ayılmıştı Berke. Geriye döndü baktı, karanlığın içerisinde kalan arkadaşları o kadar uzak görünüyordu ki… Birkaç adım daha attığında pahalı ayakkabılarının bastığı zeminin hafifçe kıpırdanmaya başladığını hissetmişti. Bu beynimin bana bir oyunu dedi kendi kendine. Korktuğunu hissettirmemeliydi. Birkaç adım daha attı. O yaklaştıkça enkaz uzaklaşıyordu sanki.

Tuna, arkadaşının çılgınlığını korkuyla ama her an yardımına koşacakmış gibi tedirginlikle izliyordu. Berke, yıllardır, kendisi hatta babası doğmadan önce başlamış bir efsanenin üzerinde yürüyordu. Burada, şimdi kapanmış olan, elektrik santralinin yaktığı kömürlerin küllerinin döküldüğü bu koyakta kaç kişinin kaybolduğu bilinmiyordu. Tuna, arkadaşı karanlıkta her adım attığında korkusu artıyordu. Birden yanında dikilen kızlardan birinin çığlığıyla ürperdi. Kız ayak bileklerine sarılmaya başlayan kara gölgeleri hissedince bağırmıştı. İşte o zaman yerde sürünerek ilerleyen kara gölgeleri fark etti. Birkaç dakika öncesine kadar sevinçle bağrışanlar da durumu anlamışlardı ve korku en hızlı yayılan hastalıklar gibi gençler arasında yayılmıştı. Ama daha gerilerde bulunan üç kişi ne yapmasını bilenler gibi bilgeydi. Bilgeler gibi ağır hareket ediyorlardı. Önce yanlarında getirdikleri bir tahta sandığı sardıkları bezlerden kurtardılar. Ardından sürekli kıpırdayan dudaklarından dökülen kadim dillerin dualarıyla açmaya başladılar.

Genç adam, adımlarını atmanın ne kadar zor olduğunu anlayıncaya kadar heyecanı kabul edilebilir düzeydeydi. Son attığı adım karanlık bir kuyuya düşer gibi olunca saniyelerdir içinde biriktirdiği korkuyu ortalığı çınlatan bir çığlık olarak serbest bıraktı. Çığlık karanlık gecede yankılandı ve kendisini izleyen kalabalıktan birkaç misliyle karşılık buldu. Gençler gömülmeye başladıkları küllerle çoktan boğuşmaya başlamışlardı. Koşmak ve kaçmak istiyorlardı ama derilerini yakacak kadar sıcak küller kıpırdanmalarına bile izin vermiyordu. Yıllardır duydukları karanlık kehanet geçekleşiyordu. Bu hengamede başlarını kaldırıp baksalardı az öncesine kadar yıldızlarla bezenmiş gökyüzünün kara bulutlarla kaplandığını göreceklerdi. Ve eğer arkalarına bakabilselerdi üç kişinin gittikçe yükselen ilahilerinin arasında açılan sandığın içinden yükselen titrek dumanın kara bulutlarla birleşmek için salınarak yükseldiğini göreceklerdi.

Bütün bunlar olurken artık paslı bir yığına dönüşmüş olan eski 1210 Ford Kamyon soluk yeşil ışıklarla neon gibi parlamaya başlamıştı. Parlaklığın önünde yerden hafifçe yükselen bir gölge çevrede atan tüm kalplerin ritminden besleniyor gibi büyümeye ve yükselmeye başladı. Önce bir ağaç gibi ardından tarih öncesi zamanlardan kalma dinozorlar gibi göründü gençlerin gözlerine. Kalabalığın ilerisinde dikilen ve korkudan tir tir titreyen gence yaklaştı. Dipsiz bir ağız gibi açıldı ve yukarıdan aşağıya gri ve sıcak bir yağmur gibi döküldü. Berke nefes alamayacak hale geldi. Gölge o haliyle kalmadı ve ilerlemeye kurbanlarına doğru yaklaşmaya başladı. Atılan çığlık ve feryatlar hoşuna gidiyordu. Birden durdu. Karanlık bedenin karanlık başı yukarıya yöneldiğinde üzerine bulutlardan iri damlalar dökülmeye başlamıştı. İşte o zaman tok bir sesin kendisine seslendiğini duydu.

“Samahin, sen bu topraklara ait değilsin. Gel seni ait olduğun yere götürelim” Ardından aynı cümle kadim dillerden de tekrar ediliyordu. Her şeyi unutup hiç duymadıkları dilden gelen sese yönelen gençler söylenileni anlamamışlardı ama boğazlarına kadar yükselen koyu gri nesnenin durduğunu fark etmişlerdi. Gökyüzünden düşen damlalar çoğalmıştı. Her damla tatlı bir serinlik veriyordu gençlere. Yaratık, derinden yerin kat be kat altından gelen boğuk bir sesle bağırdı. Yağmur şiddetlenmişti. Ortalık çamur haline dönmeye başlamıştı. Bir kaç dakika sonrasındaysa Ortalık derin bir sessizliğe gömülmüş sadece tahta kutunun çevresindeki üç kişinin sesleri duyulur olmuştu. Bir dakika sonrasındaysa küllerin arasında yağan yağmurdan dolayı serbest kalmış bir buhar bir duman havada salınmaya başladı. Gençler üzerlerini kaplayan kara gölgeden kurtulunca bağrışarak geldikleri yöne çamların altına doğru koşmaya başlamışlardı. Bir de orta yerde kendine gelmek için sürekli öksüren Berke vardı…

Yağmur sağanak halini almıştı. Üç adamın duaları ritüeli hızlandırmış binlerce dumanın Binlerce kilometre öteden gelmiş eski Tanrıyı Samahin’inin sandığa girmesini sağlamıştı. Son parçada içeri girince kapak yavaşça kapatılmıştı. İçeriden gelen son boğuk ses kendince bir huzuru yansıtıyordu sanki. Dualar ve ilahilerle oymalı ahşap sandık mühürlendi. Az önce ortalığı dolduran feryatlar figanlar yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Derinden, yüzlerce kilometre öteden geliyormuş gibi gelen boğuk bir ses duyuldu bir süre ve üç adam, önce ortada titreyerek duran genci aralarına almışlar, görevini tamamlamış insanların huzuruyla geriye kasabaya doğru yol almaya başlamıştı.

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın